Yeraltında Göçmen Bir Böcek – Rawi Hage

Rawi Hage’ın Hamam Böceği adlı romanı hakkında

Mültecilik geçen yüzyılın sonlarında dünyanın başlıca sorunlarından biri haline gelmişti, bu yüzyılda daha da yaygın, daha da trajik bir hal aldı. Savaşlar, iç savaşlar ve bölgesel çatışmalar sürdükçe önümüzdeki dönmelerde de kitlesel nüfus hareketleri azalacağına artacağa benziyor. İnsanlar yaşayabilmek, hayatlarını sürdürebilmek uğruna dünyanın öbür ucuna gitmeyi göze aldıkları için artık dünyanın her yanı daha kozmopolit. Bütün dünyada değişmeyen bir şeyse, göçmenlerin, mültecilerin yerleşik olanlar tarafından her zaman suç işlemeye meyilli insanlar olarak görülmeleri, ikinci-üçüncü sınıf işlere layık görülüp her durumda horlanmaları. Özellikle üçüncü dünya ülkelerinden Batı’ya göç etmek zorunda kalanlar için değişmez bir kader halini alıyor bu durum.

Batı’da son yıllarda öne çıkan edebiyatçılar arasında kendisi ya da ailesi Batı’ya şu ya da bu nedenle göç etmek zorunda kalmış üçüncü dünya kökenli yazarların sayısı hiç az değil. Bunun birkaç nedeni olsa gerek. Göçmenlerin edebiyatı bir direniş odağı olarak gördükleri için yazma uğraşına ciddiyetle eğiliyor olduklarını düşünebiliriz; bir başka neden de Batılı yazarların yapıtlarında öne çıkan kaygıların yanında, göçmen ya da göçmen kökenli yazarların yapıtlarındaki kaygıların insanlık durumlarına daha derinden değmesi olabilir. Bu ikisi dışında bir başka önemli neden de göçmen yazarların iki kültürde birden yaşamış olmanın avantajından yararlanmaları.

Rawi Hage de göçmen yazarlardan; çocukluk ve gençliğini iç savaş yıllarında Lübnan’da ve Kıbrıs’ta geçmiş, yirmi yaşında ABD’ye gitmiş, sonra Kanada’ya yerleşmiş. 2008’de Uluslararası Dublin IMPAC ödülünü kazanan ilk kitabı De Niro’nun Oyunu’nun (Everest Yayınları, 2010) ardında ikinci romanı Hamam Böceği de geçtiğimiz aylarda Türkçeye çevrildi. Hamam Böceği başlığı ve romanın anlatıcısının kendisini bir hamam böceği olarak görmesi/anlatması kaçınılmaz olarak ilk anda Kafka’yı anımsatıyor olsa da Hage’in yapıtını sadece Kafka bağlamında ele almak doğru olmaz. Kafka’dan çok Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’ına gönderme var romanda. Hatırlanırsa, Yeraltından Notlar’ın başında da anlatıcı, “Evet baylar, dinlemek isteseniz de, istemeseniz de, neden bir böcek bile olamadığımı anlatmak istiyorum size. Önce gurur duyarak söyleyeyim ki, böcek olmayı birçok kez istedim,” diyerek başlar hikâyesini anlatmaya. Öte yandan Hamam Böceği’nin anlatıcısının sinizmi yirminci yüzyılın başka önemli yazarlarını, Celine’i, Genet’yi ve benzerlerini de andırıyor. Işıktan kaçıp durması, kendisini intihara sürükleyen şeyin “penceremden giren ve yatağıma, yüzüme vuran parlak ışıktı,” demesi de Camus’nün Yabancı’sındaki Meursault’nun işlediği cinayetin gerekçesini andırıyor.

Hamam Böceği’nin anlatıcısını intihar girişiminin ardından yasa zoruyla gittiği psikiyatrın karşısında tanırız. Psikiyatrın klişelere düşkünlüğünden ve önyargılarından sıkılmıştır. Esas derdi Kanada’da olmaktır: “Neredeyim ben?” diye sorar, “Burada ne işim var benim? Nasıl oldu da kendimi sürekli titreyen, ürperen bir cesede hapsolmuş bir halde, tepeme durmaksızın ıslak pamuk yağdıran, buz gibi bir kentte yürürken buldum? Yetmezmiş gibi, karnım aç, meteliksizim ve kimsem, hiç kimsem yok.” Bir başka yerde de şöyle ifade eder sorununu: “Benim sorunum hayata karşı kayıtsız olmam değil, her nedense onun tarafından yok sayıldığımı hissetmemdi.” Kanada’da olmak kadar bu dünyada
olmaktan, böyle bir hayat sürdürmekten bıkmıştır.

Bu sözleri bir göçmenin gittiği ülkedeki yalnızlığı, kimsesizliği olarak görmek de mümkün, ama romanın ilerleyen sayfalarında başka insanlara da onun gözüyle bakıp onun gördüklerini gördüğümüzde sorunun çok daha büyük olduğunu kavrarız. Roman boyunca tanıdığımız Batılılar, psikiyatr kadın, üçüncü dünyadan gelenlere turistik ilgilerini esirgemeyen seçkinler, hatta Batıda tutunabilmiş üçüncü dünya kökenliler… herkes yaşanan bütün sıkıntıların aynı zamanda nedenidir. Hepsine öfke duymaktadır Hage’in kahramanı. Hepsiyle bir sürtüşme içerisindedir. Ama asıl sorun kendisiyle sürtüşmesidir. “Sanki bir başkasının ikiziydim” der bir yerde. Hayalindeki böcekle kendi durumu hakkındaki giriştiği tartışma da aslında yaşadığı iç çatışmanın ifadesidir. Bir yanı kendisine acımakta, yapıp durduğu her şeyin, var kalma mücadelesinin beyhudeliğini anlatmaktadır; öbür yanıysa bu yaptıklarının boyunduruk altına girmemek olduğunu, özgür seçimi olduğunu söyler. Böcek yanı daha gerçekçi, daha acımasızdır. Bütün nihilizminin yanında kadınlarla ilişkisindeki beğenilme dürtüsünü, kıskançlıklarını, kibrini hatırlatır.

Bütün bu zorlukların içerisindeyken kendisi gibi göçmen olan İranlı bir kadına, Şoreh’e âşık olur. Roman boyunca hem kendisinin hem de Şoreh’in ülkelerinde neler yaşayıp nasıl kaçtıklarını öğreniriz; kendi başından geçenleri psikiyatra anlatırken, Şoreh’inkileri de ondan dinlerken. Şoreh’in bir yakınının, Macit’in şu sözleri durumlarının temel nedeninin ifadesidir: “Biliyor musun, buralara sığınmak, daha iyi bir yaşama kavuşmak için geliyoruz, oysa bizi memleketimizden edenler de zaten burası gibi ülkeler.”

Hamam Böceği okurun merak duygusunu kışkırtarak ilerleyen sürükleyici bir roman, ama bir yandan da hem varoluşsal hem de toplumsal meselelerin tartışıldığı bir metin. Ne bu tartışmalar, ne de anlatıcının iç konuşmaları, kendine dönük analizleri ve dış dünyaya ilişkin çıkarımları romanın sürükleyiciliğini sekteye uğratmıyor. Olayların nereye varacağı sorusu da metnin düşünsel yanını gölgede bırakmıyor. Bunların dengesinin çok iyi kurulup korunduğu bir roman çıkıyor ortaya.

(Notos‘un Ekim-Kasım 2011 tarihli  30. sayısında yayınlanmıştır.)

Yorum bırakın

Filed under Kitap

Yorum bırakın