Paul Auster’ın Kış Günlüğü adlı anı kitabı hakkında
Dünyaca ünlü Amerikalı yazar Paul Auster, ilk olarak Türkçede yayınlanan Kış Günlüğü adlı anı kitabını hayatındaki bir kapının kapanıp bir başkasının açıldığı günlerde yazdığını belirtiyor. Açılan kapıyı da, “Hayatının kışı” olarak tanımlıyor. Auster’ın geçtiğimiz yıl, altmış dört yaşındayken kaleme aldığı Kış Günlüğü bildiğimiz anı kitaplarından ilk olarak anlatıcısıyla ayrılıyor. Anı kitaplarında yazarların birinci tekil kişinin ağzından anlatmasına alışmışızdır. Auster ise ikinci tekil kişiyi yeğlemiş; kendi kendisine sesleniyor, anlatıyor, daha çok da hatırlatıyor. Metnin girişindeki şu cümle bu seçimin ardındaki niyete dair bir şeyler söylüyor gibi: “Anımsadığın ilk gününden bugüne kadar bu bedenin içinde yaşamanın nasıl bir duygu olduğunu incelemeye çalışsan iyi olur.”
Anlıyoruz ki Auster’ın niyeti hayatı boyunca yapıp ettiklerini sıralamak değil – anı kitaplarının çoğu böyledir oysa. Kış Günlüğü’nde de olaylar, okul hikâyeleri, kazalar, hastalıklar, aşklar, evlilikler, kaybedilen yakınlar, çalışmaya ve işsizliğe dair hatırlananlar, dostlar, evler, şehirler var elbette; ama eksiksiz ve kronolojik olarak bu gibi yaşantıları sıralamaktan çok, yaşadıklarının yarattığı ya da içerdiği duyguların peşinden gitmiş Auster. Anlatan ile yaşayan arasında kurgusal bir ayrım yaratmayı bu duyguları biraz dışarıdan görüp anlatabilmek için yeğlemiş olmalı. Yaşadıklarını doğrudan kâğıda dökmek yerine, onların üzerinde yoğunlaşıp, neler olduğundan çok anlattığı olayın kendisinde nasıl bir duygu yarattığı sorusunun peşine düşüp ulaştığı sonuçları kaleme almış. Bu nedenle, “şunları yaşadım” demek yerine, “şunu yaşadın, bunu yaşarken şunları hissettin, bu olay sende şu duygusal tepkilere neden oldu” demeyi daha uygun bulmuş.
Auster hayatını düz bir çizgi şeklinde de kaleme almamış. Kitap boyunca kronolojik bir hat var elbette, ama sıklıkla anlattığı olayla benzeşen (duygudaş!) başka olaylara da sıçrayıp onları da anlatıyor. Örneğin küçük yaşta başına gelen bir kazayı anlatırken, daha ilerideki yaşlarında başına gelen benzer olayları da sıralıyor; denebilir ki bütün bir altmış dört yılı kaza parantezine alıp ortaya seriyor. Sergilenen kazalardan bütünlüklü bir sonuç çıkartmıyor olsa da bunları art arda okuyunca sadece bir yazarın ömrü boyunca başına gelenleri öğrenmiyoruz, ister istemez kaza/şans ve hayat üzerine bir şeyler düşünüyor, belki de kendi başımıza gelenleri, kendi hayatımızı da yoklamak durumda kalıyoruz.
Kış Günlüğü’nde oturduğu evlerin listesine hayli geniş bir yer ayırmış Paul Auster. Altmış dört yaşına kadar yirmi bir evde yaşamış; son oturduğu evde on sekiz yıl yaşadığı düşünülürse, kırk altı yaşına kadar sıkça mekân değiştirmek zorunda kalmış. “Yirmi farklı mola yeri, yirmi farklı konaklama” diyor. Evlerin hikâyesi aynı zamanda o evde oturduğu dönemlerin de hikâyesini sunuyor. Yaşadığı evin durumu o günlerdeki koşulları hakkında bilgi verdiği gibi, yaşama tarzı ve neler yaptığını anlatmasına da imkân tanıyor. Auster sıklıkla bir şeyler sıralıyor anılarında. Oturduğu evler olabileceği gibi sevdiği şekerlemeler de olabiliyor sıraladıkları. Çıktığı seyahatleri de sayıp döküyor uzun bir cümlede, altı yaşından sonra karşı cinsle kurduğu ilişkileri de. Bu sayıp dökmeler boyunca Auster’daki değişimi de görüyoruz, kimi zaman yaşadığı ülkede ve dünyadaki değişimi de.
Yaşananlar böylesine sıralanırken bazı anlarda yoğunlaşıyor anlatı. Zaman yavaşlıyor; Auster o ânı adeta yaşadığı ritimle aktarıyor. Bunlar hayatının kritik anları, üzerinde çok durduğu, yıllar boyu yeniden hatırladığı, hatırladıkça didiklediği, o andaki iç dünyasını zaman geçtikçe daha net görebildiği anlar. Auster’ın sıralayarak hızla anlattığı bölümlerde de, ağır çekime aldığı bu gibi anlarda da sadece kendi hayatına değil, hayata, hayatta olmaya, bu dünyada başımıza neler geldiğine, gelebileceğine, sonrasında bu yaşadıklarımızda bizde neler kaldığına odaklanıyor. İyi edebiyat yapıtları gibi; onlarda da sadece o romanın, o hikâyenin kahramanının yapıp ettiklerini değil, kendimizi ve başkalarını da düşünmeden edemeyiz. Kitabı kapattığımızda sadece rastgele birinin hikâyesini değil, hayata dair bir şeyleri okumuş olduğumuz sezeriz.
İyi Kitap‘ın Nisan 2012 tarihli 38. sayısında yayınlanmıştır.