Yalnız Başına Büyümek – Leyla İpekçi

Leyla İpekçi’nin Maya adlı romanı hakkında

Büyümek, yetişmek sancılıdır. En güllük gülistanlık yetişme hikâyelerinin bile bir yerinde bir kırıklık, bir sancı bulunur. Bir çocuğun dünyayla tanışması da ister istemez, düş kırıklıklarına neden olur. Dünya ne yazık ki çocuklara göre örgütlenmiş değil; çocuğun dünyaya hâkim olan yetişkin zihniyetiyle bir noktadan sonra çarpışması ve çatışması bu nedenle kaçınılmazdır. Bir yandan da bu çatışma aracılığıyla dünyayı ve kendisini tanır çocuk; bir başka deyişle büyümeye başlar. Herkesin yaşadığı çatışmanın şiddeti farklıdır kuşkusuz; maddi ve manevi korunakları olan çocuklarla olmayanların yaşadıkları çatışmalar bir değildir. Bu korunakların başında ise aileler, anneler babalar gelir. Kimisi aşırı korumacıdır, kiminin çocuğunu koruyacak gücü yoktur, kimiyse bilmez bile çocuğun korunmak istediğini – büyük ihtimalle kendisi de büyürken böyle bir korunaktan mahrum kalmıştır.

Leylâ İpekçi, Maya’da bildiğimiz mutsuz çocukluk/gençlik hikâyelerinden oldukça farklı bir büyüme/yetişme hikâyesi anlatıyor. Arkadaşlarının annelerinden çok farklı bir kadın olan Maya’nın annesinin ruhsal sorunları vardır; babası ise annesinin bu farklılığına onu (ve dolayısıyla Maya’yı) sağaltıcı bir tepki verme becerisinden yoksun, hatta çoğu zaman tam aksi durumlara neden olan biridir. Bir zaman sonra Maya’nın annesi hastaneye yatar, babası da eve düzenli olarak gidip gelmez olur. Babası çoğu zaman Maya’nın ihtiyaçlarını karşılayacak maddi güce sahiptir, ama bunun Maya’nın mutsuzluğuna hiçbir faydası olmaz. Çok küçük yaşta kendi başına yaşamak zorunda kalır. Bu koşullar altında gündelik hayatını organize etmesi de kolay değildir, ama bunu iyi kötü becerir. Peki, ya ötesi?

Bir çocuğun büyürken nelere ihtiyacı olduğunu sert ve can yakıcı bir biçimde duyuran bir roman Maya. En başta, çocuğun çocuk olmaya ihtiyacı var; ama Maya küçük yaşta başına gelenler nedeniyle bir çocuktan beklenmeyecek kadar güçlü ve olgun olmak, en azından böyle görünmek zorunda kalır. Çocuk olamaz. Onun bu halinin sanıldığı kadar iyi bir şey olmadığının farkında olan tek bir kişi vardır: Mahalledeki çerçeveci Mehmet Amca; Maya’nın sevdiği tek insan, aralarındaki onlarca yaşa rağmen tek arkadaşı. Şöyle der bir yerde: “Bu kadar güçlü olman talihsizlik. Gücünü ne kadar kullanırsan hayat o kadar acımasızlaşır. Unutma Maya, ancak şımarıklar şımartılır.” Şımarma şansı, imkânı olmadığı gibi, güçsüz olması da mümkün değildir. Başına gelenleri, okuldaki alayları, annesinin kaybını, babasının anlayışsızlıklarını, Maya’yı suçlayıp durmasını, hatta zaman zaman uyguladığı şiddeti bertaraf edebilmesi için her anlamda güçlü olmak zorundadır. Çoğu zaman gücü, aklı ve ironisi sayesinde bunu başarır da. Ancak roman ilerledikçe başarı sandığımız atlatma girişimlerinin Maya’nın sonraki hayatını nasıl etkilediğini gördükçe, güçlü olmanın bunları hakiki anlamda bertaraf etmeye yetmediğini anlarız. Başına gelen olumsuzlukları atlatırken bile önemli bir şeylerin yolunda gitmediğinin farkındadır Maya. Tam adını koyamasa da, bir şeylerin eksikliğini, özlemini sürekli duyar.

Hayatı, dünyayı anlamaya çalışırken de yapayalnızdır; nedenlerle sonuçları birbirine bağlarken farklı bir görüş açısı sunacak kimse yoktur yanında. İç dünyasında kendince bağlantılar kurarak olguların arasındaki ilişkileri anlamlandırır. Sevdiği iki insan da ölünce örneğin, onların ölümü ile onları sevmiş olması arasında bağ kurar. Bunun doğal sonucu olarak başkalarını sevmekte zorlanır, sevmekten korkar. Canını yakan olayları atlatabilmek için çoğunlukla geçiştirmeyi dener.  “Hayatımdaki önemli olayları böyle kısa kısa cümlelerle geçiştiriyorum. Böylesi bana en yatkın olanı. Kendime daha çok inanmamı ve güçlenmemi sağlıyor.” Bu sözler romanın genel üslubu ile de paralel. Maya’nın dili dünyayı nasıl gördüğü kadar dünyayı nasıl kurduğunu ve onunla nasıl baş ettiğini de gösteriyor.

Ne yaparsa yapsın, yetişirken çektiği acılar, duyduğu yoksunluklar, erken büyüyüp –sözüm ona– güçlenmesi, hayatın, var oluşun ne olduğunu birlikte öğrenebileceği kendisine denk arkadaşların yokluğu, ona kılavuzluk edecek, hiç değilse benliği, kişiliği oluşurken çektiği sıkıntılarda yaslanabileceği, dertleşebileceği, yeri geldiğinde çatışabileceği, kavga edebileceği yetişkinlerin yanında olmaması nedeniyle hasarlı bir benlikle sürdürecektir hayatını. Geçmişin kâbusları yetişkinlik hayatında da peşini bırakmayacaktır.

Leylâ İpekçi, yalnız başına büyüyüp var olmaya çalışan bir kız çocuğunun sancılarını, kırılmalarını, o çocuğun dünyasını daha derinlikli biçimde işitmemize imkân veren bir dille kaleme almış romanında. Maya’nın dili, onun dünyasını, ruh durumunu, akıl yürütmelerini ve hayatla nasıl baş etmeye çabaladığını daha açık seçik görmemizi, anlamamızı sağlıyor. Aynı zamanda kederini de daha derinden hissetmemizi elbette.

İyi Kitap, Kasım 2011

Yorum bırakın

Filed under Kitap

Yorum bırakın